Yor Yorgunu
Ozan Sezer’in Kaleminden “Yor Yorgunu”
04 Haziran 2020 - 00:26 - Güncelleme: 22 Kasım 2020 - 14:45
-Yor Yorgunu
Merhaba dünyamı aydınlatan arkadaşım güneş, ben günün yorgunu sana yoldaşlık edeceğim bir müddet. Sabah tenimi hafif okşayışlarınla kaldırıyorsun yatağımdan usulca, günaydın diyorsun kayıtsız kalamıyorum okşayışlarına, günaydın deyişine, yastığımla verdiğim uyuma kavgasını kaybediyorum ve hemen cam kenarına kadar gelip yüzümü avuçlarına bırakıyorum selamlaşıp kaynaşıyoruz iyice derin bir esneme ile gerinip kollarımı iki yana açıp kucaklıyorum seni, kısa bir elveda söz konusu odama dönmeliyim ama sen müsterih ol kavuşacağız yine.
Tatlı bir mayhoşluk içinde odamda dolanıyorum duvara asılı zaman canavarına takılıyor gözlerim güzelim saniyeleri akrep yelkovanıyla bir güzel parçalayıp midesine indiriyor. Ufaktan bir korku baş gösteriyor bu canavar işe gidiş saatimi parçalamadan işe yetişmeliyim diyorum telaşla odamdan çıkıyorum bütün hikayelerde koridorun sonunda yer alan yüz numaraya dalıyor hacet gidermekle beraber asla gerçekleştirmeyeceğim hayallere dalıyorum on dakika kadar bir zamanımı zaman canavarına hediye edip çıkıyorum tuvaletten, lavabo önünde ellerimi yıkıyorum, ne hayaller kurdum oysaki bacaklarım karıncalanmasa nice hayaller daha kurucaktım,
çokta yorulmuşum bir hayli zaman makinesinde oyalandım tabi. Yüzüme su değdirmeden önce ellerimi sabunun köpüğüyle iyice ovalıyorum aynada kendimi izleyip soluklanıyorum üzerimdeki yorgunluğu atmam gerek beni ayıltabilecek kadar soğuk suyu avuçlarıma doldurup yüzüme çarpıyorum,soğuk ve duru su yüzüme ilişince bir nebze ayıldığımı hissediyorum gözlerim aynada kendimi inceliyorum, suratıma yeterince renk gelmediğini düşünerek manasız bir şekilde parmaklarımı saçlarımda dolaştırıyor bir şekiller vereyim derken iyice bozulan saç stilime iki tarak darbesi indirerek aradığım nurun yüzümde belirdiğine ikna oluyorum. Telaşım aklıma geliyor, birden odama koşturuyorum hemen pantolonum, gömleğim, çoraplarım, çabucak bir giyiniş hop mutfak kapısına annem sofrayı hazırlamış, uyuşukluğum kahvaltıma engel, ufak bir parça ekmek içerisine biraz peynir tıkıyor ev ahalisine Allah'a ısmarladık diyip vakit kaybetmeden dış kapının açıldığı caddeye fırlıyorum. Merhaba güneş, yoldaşım, yüzümü okyaşınlarını özledim buluştuk yine söz vermiştim zaten bir müddet beraberiz. Şehrin gürültüsünü arkama takmış ilerliyorum tam tepemde izliyorsun beni varlığın pek güzel, sokakları geçip karşıma çıkan esnaflara şeyh kıyamında bulunuyor genizden çıkan sesimle selamlayıp hızla yanlarından geçiyorum borcum olan bakkalı görmezden geliyorum utancım ağır basıyor bir nebze ay sonu yakın, maaşımı alınca karşısına çıkacağım bu böyle sürmeyecek elbet, sokakları minibüs durağına kadar arşınlamaya devam ediyorum, mahalle sakinleri günaydınlar selamlar ile sabahımı şenlendiriyor ne güzel şey şu mahallem diyorum daha çokca düşüncelerle kafamda durağa yetişiyorum. Minibüs tıklım tıklım balık istifi sırt sırta binmiş herkes ve yolculuk başlıyor elden ele uzatılan ücretleri şöfor beye ulaştırıyoruz. Kendimide nimetten hesap edip bir kişide burdan alır mısınız?diyorum, uzattığım para elden ele ön taraflara doğru ilerlerken içimde bir kaygı var 20 liramın üstü ne zaman gelicek ben sesimi yükseltipte isteyemem derken 20 lira üstü diye bir ses, zafer çığlıkları kulağımda yankılanıyor, para üstü elime ulaşınca rahat bir nefes alıyorum ve sıkış tıkış yolculuğumun tadını çıkarıyorum. Az ilerisi son durak zamanı iyice parçalamış bu canavar sekize beş dakika var ucu ucuna yetiştirdim kendimi işe, çabucak giriş kartımı kapıdaki güvenliğe gösterip fabrikaya giriyorum soyunma odasına koşturuyorum kapıya yaklaşınca derin bir ter kokusuyla sarsılıyorum, ait olduğum yer burası; beşyüz dolap, beşyüz emekçi, binlerce boğaz. Dolabımın kilidini açıp kapasını aralıyorum kir pas içinde işlik giysilerimi giymem gerekiyor.Tatsız tuzsuz şakalaşmalar ve abartı gülüşmeler eşliğinde üzerime işliklerimi geçiriyorum, sahada olmak için soyunma odasından çıkıyorum rutinim belli maskem yüzümde akşama kadar toz içinde kalmış malzemeyi hava tabancası yardımıyla tozundan arındırmak ve sonra tüm toza kendim bulanmam gerekyor. Sekiz saat tek bir işlem, ne kadar güzel iş diye düşünenler var mahlleden ne var ki bu toza hiç girişmediler konuşuyor sallıyorlar bol keseden, bana sorsan yapılacak iş değil sadece mecburiyet, öğle arasını bekliyorum saatime hiç bakmadan, bakarsam zaman geçmez biliyorum sadece öğle yemeği için çalınacak paydos zilini duymak istiyorum. Üstümü başımı silecek yemekhane kapısına doğru ilerleyecek tabldot tabağını alacak istemsizce tadı,tuzu olmayan yemeklerden tabağıma ekleyip sırayı çok bekletmeden ilerleyeceğim, boş bir masa arayacak gözlerim cam kenarı olmalı güneşi yüzümde hissetmeliyim, yaşadığımı anlamam için gerekli yegane şey güneşin tenimi okşayışı. Cam kenarına ilişip oturuyorum elimi tuzluğa uzatıyorum yemekleri tatmadan tuzluyorum güzelce, tuzsuz olur bu yemekler biliyorum, herşeye rağmen yemem gerekiyor yemekleri yedikten sonra kirli tabakların toparlandığı alana gidiyor tabağı bıraktıktan sonra güne dönüyorum yüzümü beraber yürüyoruz. Çay içmek için beni bekleyen konteynıra kadar refakatçim oluyor sevgili güneş, konteynırın kapısını açıyorum tam karşımda sigara dumanında bulanık bir görüntüyle sigar içilmez uyarısı karşılıyor beni,bir süre boş kahkahalara katlanıp pet bardağımı dolduruyor siyasi partilerden dem vurup boş konuşan bir kaç mesai arkadaşımı dinliyormuş gibi yaptıktan sonra günyüzü günyüzüme vursun diye dışarı fırlıyorum. Güneş altında 2 arkadaşım beni bekliyor güneşle kucaklaşmış tatlı tatlı sohbet ediyorlar öğle arası bitene kadar beraber laflıyor keyifli bir zamanını öldürüyormuşcasına kahkahalar atıyor zaman canavarına bir kırk dakikalık gülücüklerle dolu zamanı hediye edip çalışma alanlarımıza dağılıyoruz. Maske yüzde, kulaklıklar takılı, toz bulutu ofisime ilerliyorum, günün uzun saatlerini geride bıraktık sayılır, öğleden sonra azalan çalışma temposu ile yavaş bir işleyiş baş gösteriyor, yorgunluk bastırıyor derken çalışma alanında yarım saat çalışıp, yarım saat dinlenmelerle iş gününü bitiriyorum. Saat dört buçuk oldumu iş bitiyor, saha terk edilmeye başlanıyor, herkesin yüzünde bugünün sevinci çok şükür bitti der gibi bir tebessüm. Soyunma odasına giriyor, sıcak ter kokusu eşliğinde üst başı değiştiriyorum, dışarıda servise binip eve yol alma acelesi basıyor herkesi herkesler bir aceleci, çeketini giymeden çıkanlar, fermuarını açıkta bırakanlar, ayakkabıyı tam giyemeyenler, hır-gür bir itiş kakış servislere doğru ileliyorlar günün yorgunları günün zaferi sırtlarında başları eğik kurtuluşlarına ilerliyorlar.
Minibüse biniyorum bozuk param olduğu için kaygım yok, yol parasını uzatıp boş olan koltuğa oturuyorum bir halsizlik mayışıklıkla beraber derin bir yorgunluk var üzerimde hem bir eksiklik daha fark ediyorum büsbütün huzursuzlaşıyorum, yoldaşım güneş yok ortalıklarda, okşayışlarını hissetmiyorum hiçbir şekilde çok ötelerde belli belirsiz bir kızarıklıkla bana veda ediyor,belli ki yorulmuş kolay mı bir dünya insan ile yarenlik etmek dinlenmek onunda hakkı, en az benim kadar dinlenmeyi hakketmiştir artık.Kızıla boyadığı ufku seyrediyorum yolculuğumuz beraber başladı beraber son buluyor. Eve giderken minibüsteki kalabalık daha fazla ama ayakta olmadığım için pek şikayetçi değilim on beş dakikalık bir yolculuktan sonra şen şakrak olan mahlleme dönüyorum ortalıklarda kimsecikler yok, mahallede yorulmuş bellki ki mahllelide aynı şekilde, eve varıyorum zili çalıyor kapının açılmasını bekliyorum bir süre, mutfakta yemek hazırlığı var annem açmasa kapıyı kimse açmaz,muhtemelen yemeği hazırlıyor kapıyı açmak için ellerini havluyla temizleyip kapıya yönelecek çocuklar arka odalarda televizyonla meşgul kapıyı yıksam gelmezler, babam desem erkek adamın kapı açtığı nerde görülmüş hayatta kıpırdamaz yerinden, kafamda düşüncelerle kapının aralanışını izliyorum, sıcak bir hoşgeldinle kocaman gülüşlü annem içeri buyur ediyor beni, odama ilerliyorum yol üstü mutfağada bakınıyorum neler pişmiş bir bakmalı. Hoş kokuları ardımda bırakıp odama giriyorum günün yorgunluğunu kot pantolonumla beraber üzerimden çıkarıp gardırobuma tıkıyorum.Eşofmanlarımı giyinip oturma odasına giriyorum. Hazırlanan sofraya kuruluyor bir güzel karnımı doyuruyorum. Yemekte keyifli bir sohbet hakimdi çay gelene kadar devam ediyor bu sohbet, çaylar servis ediliyor,televizyonda bir dizi eşliğinde herkes çaylarını yudumluyor ortamı bir uyuklama basıyor havada esneme sesleri yankı buluyor tam bu esnada meyve tabağı getiriliyor saat artık baya bir geç olmuş zaman canavarı günün katliamcısı zamanı hırpalıyor durmadan, herkesler odalarına çekiliyor yastıkla buluşan kafa bir yarım saat daha hayalin,kaygınının,korkunun habercisi sonrası karanlık ve sessizlik taki sabah güneş okşayışlarıyla uyandırana dek.
Sen günün yorgunusun günün yolcusu,
Sabah kalkıyor, bir servise biniyor, işine gidiyor, belirli saatlerde çalışıyor, paydos ediyor, evine dönüyor, yemeğini yiyor çayını içiyor, uyuyorsun.
Sen günün yorgunusun günün yolcusu
Sabah kalkıyor, arabana biniyor, işletmene gidiyor, işcilerini denetliyor, belirli saatlerde işçileri çalıştırıyor, malikanene dönüyorsun, yemeğini yiyor, çayını içiyor, uyuyorsun. Kimin hükmü kime geçmeli, minibüse binip işe gidenin mi, arabasına binip işletmesine gidenin mi, herkes bir gemide bir yöne gitmiyor mu peki?
Biz günün yorgunlarıyız güneşle doğuyor, güneşle yoğruluyor, güneşte yoruluyor, güneşnin kızıllığında evlerimize dönüyoruz.
Biz yor yorgunlarıyız günün yordukları, yorla doğuyor, yorla yoğruluyor, yorla yoruluyoruz, ne bir diğerimiz diğerimizden çok kazandık, ne birimiz diğerimizden daha çok kaybettik, ne birimiz diğerinden daha fazla yaşadık, ne birimiz diğerimizden daha az, ne birimiz diğerimizden dindar, ne birimiz diğerinden daha fazla günahkar, yorla toprak olacağız, yorla bir olacağız. Biz yor yorgunlarıyız günün yordukları,yorla yoğrulup, yorla yok olacağız.
-Selametle...
Merhaba dünyamı aydınlatan arkadaşım güneş, ben günün yorgunu sana yoldaşlık edeceğim bir müddet. Sabah tenimi hafif okşayışlarınla kaldırıyorsun yatağımdan usulca, günaydın diyorsun kayıtsız kalamıyorum okşayışlarına, günaydın deyişine, yastığımla verdiğim uyuma kavgasını kaybediyorum ve hemen cam kenarına kadar gelip yüzümü avuçlarına bırakıyorum selamlaşıp kaynaşıyoruz iyice derin bir esneme ile gerinip kollarımı iki yana açıp kucaklıyorum seni, kısa bir elveda söz konusu odama dönmeliyim ama sen müsterih ol kavuşacağız yine.
Tatlı bir mayhoşluk içinde odamda dolanıyorum duvara asılı zaman canavarına takılıyor gözlerim güzelim saniyeleri akrep yelkovanıyla bir güzel parçalayıp midesine indiriyor. Ufaktan bir korku baş gösteriyor bu canavar işe gidiş saatimi parçalamadan işe yetişmeliyim diyorum telaşla odamdan çıkıyorum bütün hikayelerde koridorun sonunda yer alan yüz numaraya dalıyor hacet gidermekle beraber asla gerçekleştirmeyeceğim hayallere dalıyorum on dakika kadar bir zamanımı zaman canavarına hediye edip çıkıyorum tuvaletten, lavabo önünde ellerimi yıkıyorum, ne hayaller kurdum oysaki bacaklarım karıncalanmasa nice hayaller daha kurucaktım,
çokta yorulmuşum bir hayli zaman makinesinde oyalandım tabi. Yüzüme su değdirmeden önce ellerimi sabunun köpüğüyle iyice ovalıyorum aynada kendimi izleyip soluklanıyorum üzerimdeki yorgunluğu atmam gerek beni ayıltabilecek kadar soğuk suyu avuçlarıma doldurup yüzüme çarpıyorum,soğuk ve duru su yüzüme ilişince bir nebze ayıldığımı hissediyorum gözlerim aynada kendimi inceliyorum, suratıma yeterince renk gelmediğini düşünerek manasız bir şekilde parmaklarımı saçlarımda dolaştırıyor bir şekiller vereyim derken iyice bozulan saç stilime iki tarak darbesi indirerek aradığım nurun yüzümde belirdiğine ikna oluyorum. Telaşım aklıma geliyor, birden odama koşturuyorum hemen pantolonum, gömleğim, çoraplarım, çabucak bir giyiniş hop mutfak kapısına annem sofrayı hazırlamış, uyuşukluğum kahvaltıma engel, ufak bir parça ekmek içerisine biraz peynir tıkıyor ev ahalisine Allah'a ısmarladık diyip vakit kaybetmeden dış kapının açıldığı caddeye fırlıyorum. Merhaba güneş, yoldaşım, yüzümü okyaşınlarını özledim buluştuk yine söz vermiştim zaten bir müddet beraberiz. Şehrin gürültüsünü arkama takmış ilerliyorum tam tepemde izliyorsun beni varlığın pek güzel, sokakları geçip karşıma çıkan esnaflara şeyh kıyamında bulunuyor genizden çıkan sesimle selamlayıp hızla yanlarından geçiyorum borcum olan bakkalı görmezden geliyorum utancım ağır basıyor bir nebze ay sonu yakın, maaşımı alınca karşısına çıkacağım bu böyle sürmeyecek elbet, sokakları minibüs durağına kadar arşınlamaya devam ediyorum, mahalle sakinleri günaydınlar selamlar ile sabahımı şenlendiriyor ne güzel şey şu mahallem diyorum daha çokca düşüncelerle kafamda durağa yetişiyorum. Minibüs tıklım tıklım balık istifi sırt sırta binmiş herkes ve yolculuk başlıyor elden ele uzatılan ücretleri şöfor beye ulaştırıyoruz. Kendimide nimetten hesap edip bir kişide burdan alır mısınız?diyorum, uzattığım para elden ele ön taraflara doğru ilerlerken içimde bir kaygı var 20 liramın üstü ne zaman gelicek ben sesimi yükseltipte isteyemem derken 20 lira üstü diye bir ses, zafer çığlıkları kulağımda yankılanıyor, para üstü elime ulaşınca rahat bir nefes alıyorum ve sıkış tıkış yolculuğumun tadını çıkarıyorum. Az ilerisi son durak zamanı iyice parçalamış bu canavar sekize beş dakika var ucu ucuna yetiştirdim kendimi işe, çabucak giriş kartımı kapıdaki güvenliğe gösterip fabrikaya giriyorum soyunma odasına koşturuyorum kapıya yaklaşınca derin bir ter kokusuyla sarsılıyorum, ait olduğum yer burası; beşyüz dolap, beşyüz emekçi, binlerce boğaz. Dolabımın kilidini açıp kapasını aralıyorum kir pas içinde işlik giysilerimi giymem gerekiyor.Tatsız tuzsuz şakalaşmalar ve abartı gülüşmeler eşliğinde üzerime işliklerimi geçiriyorum, sahada olmak için soyunma odasından çıkıyorum rutinim belli maskem yüzümde akşama kadar toz içinde kalmış malzemeyi hava tabancası yardımıyla tozundan arındırmak ve sonra tüm toza kendim bulanmam gerekyor. Sekiz saat tek bir işlem, ne kadar güzel iş diye düşünenler var mahlleden ne var ki bu toza hiç girişmediler konuşuyor sallıyorlar bol keseden, bana sorsan yapılacak iş değil sadece mecburiyet, öğle arasını bekliyorum saatime hiç bakmadan, bakarsam zaman geçmez biliyorum sadece öğle yemeği için çalınacak paydos zilini duymak istiyorum. Üstümü başımı silecek yemekhane kapısına doğru ilerleyecek tabldot tabağını alacak istemsizce tadı,tuzu olmayan yemeklerden tabağıma ekleyip sırayı çok bekletmeden ilerleyeceğim, boş bir masa arayacak gözlerim cam kenarı olmalı güneşi yüzümde hissetmeliyim, yaşadığımı anlamam için gerekli yegane şey güneşin tenimi okşayışı. Cam kenarına ilişip oturuyorum elimi tuzluğa uzatıyorum yemekleri tatmadan tuzluyorum güzelce, tuzsuz olur bu yemekler biliyorum, herşeye rağmen yemem gerekiyor yemekleri yedikten sonra kirli tabakların toparlandığı alana gidiyor tabağı bıraktıktan sonra güne dönüyorum yüzümü beraber yürüyoruz. Çay içmek için beni bekleyen konteynıra kadar refakatçim oluyor sevgili güneş, konteynırın kapısını açıyorum tam karşımda sigara dumanında bulanık bir görüntüyle sigar içilmez uyarısı karşılıyor beni,bir süre boş kahkahalara katlanıp pet bardağımı dolduruyor siyasi partilerden dem vurup boş konuşan bir kaç mesai arkadaşımı dinliyormuş gibi yaptıktan sonra günyüzü günyüzüme vursun diye dışarı fırlıyorum. Güneş altında 2 arkadaşım beni bekliyor güneşle kucaklaşmış tatlı tatlı sohbet ediyorlar öğle arası bitene kadar beraber laflıyor keyifli bir zamanını öldürüyormuşcasına kahkahalar atıyor zaman canavarına bir kırk dakikalık gülücüklerle dolu zamanı hediye edip çalışma alanlarımıza dağılıyoruz. Maske yüzde, kulaklıklar takılı, toz bulutu ofisime ilerliyorum, günün uzun saatlerini geride bıraktık sayılır, öğleden sonra azalan çalışma temposu ile yavaş bir işleyiş baş gösteriyor, yorgunluk bastırıyor derken çalışma alanında yarım saat çalışıp, yarım saat dinlenmelerle iş gününü bitiriyorum. Saat dört buçuk oldumu iş bitiyor, saha terk edilmeye başlanıyor, herkesin yüzünde bugünün sevinci çok şükür bitti der gibi bir tebessüm. Soyunma odasına giriyor, sıcak ter kokusu eşliğinde üst başı değiştiriyorum, dışarıda servise binip eve yol alma acelesi basıyor herkesi herkesler bir aceleci, çeketini giymeden çıkanlar, fermuarını açıkta bırakanlar, ayakkabıyı tam giyemeyenler, hır-gür bir itiş kakış servislere doğru ileliyorlar günün yorgunları günün zaferi sırtlarında başları eğik kurtuluşlarına ilerliyorlar.
Minibüse biniyorum bozuk param olduğu için kaygım yok, yol parasını uzatıp boş olan koltuğa oturuyorum bir halsizlik mayışıklıkla beraber derin bir yorgunluk var üzerimde hem bir eksiklik daha fark ediyorum büsbütün huzursuzlaşıyorum, yoldaşım güneş yok ortalıklarda, okşayışlarını hissetmiyorum hiçbir şekilde çok ötelerde belli belirsiz bir kızarıklıkla bana veda ediyor,belli ki yorulmuş kolay mı bir dünya insan ile yarenlik etmek dinlenmek onunda hakkı, en az benim kadar dinlenmeyi hakketmiştir artık.Kızıla boyadığı ufku seyrediyorum yolculuğumuz beraber başladı beraber son buluyor. Eve giderken minibüsteki kalabalık daha fazla ama ayakta olmadığım için pek şikayetçi değilim on beş dakikalık bir yolculuktan sonra şen şakrak olan mahlleme dönüyorum ortalıklarda kimsecikler yok, mahallede yorulmuş bellki ki mahllelide aynı şekilde, eve varıyorum zili çalıyor kapının açılmasını bekliyorum bir süre, mutfakta yemek hazırlığı var annem açmasa kapıyı kimse açmaz,muhtemelen yemeği hazırlıyor kapıyı açmak için ellerini havluyla temizleyip kapıya yönelecek çocuklar arka odalarda televizyonla meşgul kapıyı yıksam gelmezler, babam desem erkek adamın kapı açtığı nerde görülmüş hayatta kıpırdamaz yerinden, kafamda düşüncelerle kapının aralanışını izliyorum, sıcak bir hoşgeldinle kocaman gülüşlü annem içeri buyur ediyor beni, odama ilerliyorum yol üstü mutfağada bakınıyorum neler pişmiş bir bakmalı. Hoş kokuları ardımda bırakıp odama giriyorum günün yorgunluğunu kot pantolonumla beraber üzerimden çıkarıp gardırobuma tıkıyorum.Eşofmanlarımı giyinip oturma odasına giriyorum. Hazırlanan sofraya kuruluyor bir güzel karnımı doyuruyorum. Yemekte keyifli bir sohbet hakimdi çay gelene kadar devam ediyor bu sohbet, çaylar servis ediliyor,televizyonda bir dizi eşliğinde herkes çaylarını yudumluyor ortamı bir uyuklama basıyor havada esneme sesleri yankı buluyor tam bu esnada meyve tabağı getiriliyor saat artık baya bir geç olmuş zaman canavarı günün katliamcısı zamanı hırpalıyor durmadan, herkesler odalarına çekiliyor yastıkla buluşan kafa bir yarım saat daha hayalin,kaygınının,korkunun habercisi sonrası karanlık ve sessizlik taki sabah güneş okşayışlarıyla uyandırana dek.
Sen günün yorgunusun günün yolcusu,
Sabah kalkıyor, bir servise biniyor, işine gidiyor, belirli saatlerde çalışıyor, paydos ediyor, evine dönüyor, yemeğini yiyor çayını içiyor, uyuyorsun.
Sen günün yorgunusun günün yolcusu
Sabah kalkıyor, arabana biniyor, işletmene gidiyor, işcilerini denetliyor, belirli saatlerde işçileri çalıştırıyor, malikanene dönüyorsun, yemeğini yiyor, çayını içiyor, uyuyorsun. Kimin hükmü kime geçmeli, minibüse binip işe gidenin mi, arabasına binip işletmesine gidenin mi, herkes bir gemide bir yöne gitmiyor mu peki?
Biz günün yorgunlarıyız güneşle doğuyor, güneşle yoğruluyor, güneşte yoruluyor, güneşnin kızıllığında evlerimize dönüyoruz.
Biz yor yorgunlarıyız günün yordukları, yorla doğuyor, yorla yoğruluyor, yorla yoruluyoruz, ne bir diğerimiz diğerimizden çok kazandık, ne birimiz diğerimizden daha çok kaybettik, ne birimiz diğerinden daha fazla yaşadık, ne birimiz diğerimizden daha az, ne birimiz diğerimizden dindar, ne birimiz diğerinden daha fazla günahkar, yorla toprak olacağız, yorla bir olacağız. Biz yor yorgunlarıyız günün yordukları,yorla yoğrulup, yorla yok olacağız.
-Selametle...
FACEBOOK YORUMLAR